Translate

30 Ocak 2017 Pazartesi

KAYITDIŞI EKONOMİ

Kayıtdışı ekonominin varlığı hem makroekonomik göstergeleri hem de para ve maliye politikalarını etkilemektedir.











Literatürde; paralel ekonomi, saklı ekonomi, yasadışı ekonomi, kayıtdışı ekonomi, marjinal ekonomi, beyan edilmemiş ekonomi, gayri resmi ekonomi, ikili ekonomi vb. gibi kavramlarla tanımlanmıştır. Ülkemizde ise “kayıtdışı ekonomi” kavramı öne çıkmaktadır. Kayıtdışı ekonomi kavramı; bilinen istatistiki yöntemlere göre tahmin edilemeyen ve gayri safi milli hasıla (GSMH) hesaplarını elde etmede kullanılamayan gelir yaratıcı ekonomik faaliyetlerin tümüdür. Kısaca ekonomi içerisindeki faaliyetlerin kayda alınmaması durumudur.
Kayıtdışı ekonomi, kara para aklama, vergi kaçırma, uyuşturucu alım ve satımı, silah kaçakçılığı, yolsuzluk, tefecilik gibi yasadışı ekonomik faaliyetler ile  çocuk bakıcılığı yapanlar, hamallar, işportacılar, part-time çalışanlar, inşaat ve tarım işçileri, el arabasıyla meyve ve sebze satıcıları, evlerinde özel ders verenler gibi yasal olup kayıtlara yansımayan tamamen geçim sağlamaya yönelik olan ekonomik faaliyetleri kapsamaktadır. Kayıtdışı ekonominin çok büyük kısmının nakit para ile gerçekleştirildiği varsayılmaktadır. Kontrolün az olduğu ülkelere kara para aklanmak üzere kayıt dışına yönelmekte ve istikrarsızlıklara yol açmaktadır. Kayıtdışı ekonomi, ülkelerin uygulamış oldukları ekonomik sistemlerin, sosyal, hukuki, ahlaki ve kültürel yapılarının farklılıklarından dolayı ortaya çıkabilmektedir. Kayıtdışı ekonomi gelişmiş ülkelerde daha az gelişmekte olan ülkelerde daha fazla orandadır.
Kayıtdışı ekonominin nedenlerine gelince:
-Mali ve ekonomik nedenler (enflasyon, gelir dağılımı, vergi adaleti)
-Hukuki nedenler (yasaların basit ve açık olmaması, sık değişikliğe uğraması, vergi oranlarının yüksekliği, istisna ve muafiyetler, üniter yapıdaki bozulma, defter tutma hadleri)
-İdari nedenler (vergi idaresinin organik yapısı, teknik yapı, personel yapısı ve denetim mekanizması)
-Sosyal nedenler (vergi ahlakı, mükellef psikolojisi ve tarihsel nedenler)
-Siyasal nedenler ve baskı gruplarından kaynaklanan nedenler.
Ekonominin azgelişmişliği, yüksek enflasyon, ekonomi politikaları, istikrarsızlık, krizler, kayıtlı ekonomide istihdam ve gelir imkanlarının kısıtlı ve yüksek maliyetli olması, kayıt dışılığı etkileyen faktörlerdendir. Vergi yükü, kayıt dışı ekonomiyi etkileyen temel nedenlerden en önemlisidir. Az gelişmiş ülkelerde kayıt dışılığın yüksek olmasının en büyük nedeni ise düşük gelirli insanların yaşam standartlarını yükseltebilmek için kayıtdışı ekonomiye zorunlu geçişyapmalarıdır. Gelişmekte olan ülkelerin başlıca sorunları olan işsizlik ve yoksulluk, insanları kayıtdışı faaliyetlere itmektedir.
Kayıtdışı ekonominin varlığı hem makroekonomik göstergeleri hem de para ve maliye politikalarını etkilemektedir. Kayıt dışı ekonominin olumsuz etkileri, ekonomi üzerinde, rekabet üzerinde ve sosyal güvenlik sisteminde olmaktadır. Kayıt dışı ekonominin büyümesi kayıtlı ekonominin küçülmesi anlamına gelmektedir. Kayıtlı ekonominin küçülmesi de devletin vergi gelirlerinin azalması demektir. Yüksek oranda kayıt dışılığın bulunduğu bir ekonomide, işsizlik, milli gelir gibi çok önemli makroekonomik göstergeler yanıltıcı sonuçlar verir. Mikroekonomik açıdan ise kayıtdışı ekonomi firmalar arası haksız rekabet oluşturur, kayıtdışı ekonomide çalışan firmalar için yasal düzenlemeler olmadığı için daha düşük fiyattan piyasaya girebilirler. Kayıtdışı ekonomi sosyal güvenlik kurumları’nın mali yapılarını bozar.
Genelde en çok vurgu yapılan olumlu etki, kayıtdışı ekonominin niteliksiz işgücüne istihdam kapısı oluşturmasıdır. Özellikle düşük gelir gruplarının geçimlerini kayıtdışı istihdam ile sağlamaları, kayıtdışı sektörün aynı zamanda bir sosyal açığı kapama görevi üstlendiğini göz önüne sermektedir. Kayıt dışılığın toplumda sosyal patlamaları engelleyeceği yolunda görüşte ileri sürülmektedir. Kayıt dışı gelirlerin tüketimi artırma etkisiyle kayıtlı ekonomiye girdisi kadar, GSMH seviyesi yükseltir. Kayıtdışı olarak elde edilmiş gelir, daha sonra tüketim gibi ihtiyaçlar için tekrar harcanmakta ve harcanırken faturalı alışveriş yapıldığında, bu gelirin bir kısmı ekonomiye geri dönmektedir. Ancak kayıtdışı gelirin hepsi kayıtlı ekonomiye geri dönmemektedir. Geri dönse bile vergi kaybı halen bulunmaktadır. Kayıtdışı ekonominin genel ekonomi içerisinde ciddi bir paya sahip olması, aslında ekonominin resmi sayılardan daha büyük bir üretim potansiyelinin olduğuna da işarettir. Kayıtdışı ekonominin olumlu yanlarına değinilse de kayıt dışı ekonominin özellikle uzun dönemde birçok olumsuz etkiyi beraberinde getireceği açıktır.
Kayıtdışı ekonomiyi önlemek ve istenilebilir bir seviyeye getirmek için öncelikle mevcut durumu tespit etmek gerekmektedir. Kayıtdışı ekonomiyi tahmin için değişik yöntemler uygulamaktadır. Bütün yöntemler birbirinden farklı sonuçlar vermektedir. Bunun sebebi her yöntemin kayıt dışılığın farklı bir boyutunu ölçmeye çalışmasıdır. Kayıtdışı ekonominin tahmini, belli bir zaman periyodundaki büyüklüğü vermektedir. Kayıt dışı ekonominin ölçülmesiyle ilgili gerek ülkemizde gerekse yurt dışında yapılmış birçok araştırma bulunmaktadır. Esasen bu çalışmalardan hiçbiri kayıt dışılığı tam olarak ölçememektedir. Çünkü kayıt dışı ekonominin sürekli kontrol edilecek bir alanı yoktur. Her an ve her ortamda kayıt dışı faaliyetler gerçekleşebilmektedir.
Kayıtdışı ekonominin varlığı ekonominin geneli üzerinde ciddi etkiler doğurmaktadır. Herhangi bir ülkedeki bütün işlemlerin kayıt altında yapıldığını düşünmek gerçeklerle uyuşmayacağı gibi ayrıca kaçakçılık, kara para gibi olaylarında varlığı göz önüne alındığında kayıtdışı ekonominin hiç olmadığı bir ülke bulunmamaktadır. Kayıtdışı ekonominin büyüklüğü ülkeden ülkeye değişmektedir. Bu farklılıklar ise vergi yükü, düzenleyici sistemin karmaşıklığıve vergi ahlakı gibi değişkenlerin bir yansımasıdır.
Türkiye, GSMH’nin yaklaşık %50'si oranındaki boyutları ile dünyada Rusya ve Polonya'nın ardından kayıt dışının en yaygın olduğu ülke konumundadır. Eğer gelişmiş ülkeler düzeyinde kalkınmışlık seviyesine ulaşılmak isteniyorsa, kayıtdışı ekonomi minimuma indirilmeli, sağlam bir vergisel ve mali yapı tesis edilmelidir.
Gerçekleştirilecek idari reorganizasyon ve vergi ahlakının tesis edilmesiyle kayıt dışı ekonominin boyutları en aza indirilebilir. Elimizde done olması ve gerekli çalışmaları yapabilmemiz için kayıtdışı ekonomiyi ölçmeli ve fakat esas olarak kayıt dışı ekonomiyi azaltmak için önlem almalı, yeni yöntemler geliştirmeliyiz. Okullarda öğrencilere ve toplumun her kesimine bu konuda eğitim verilmesi, kredi kartıyla ödemelerin yaygınlaştırılması, denetim elemanlarının ve denetimlerin artırılması, fahri müfettişlik sistemi, gizlilik esasıyla ihbara ödül sistemi, mal beyanı, vergi kaçakçılığına paraya dönüştürülmeyecek şekilde hapis cezası verilmesi, işyeri kapatma, meslekten uzaklaştırma, kurumların elektronik altyapılarında e-devlet üzerinden entegrasyon, vergi ödemeye çeşitli teşvikler (erken ödemeye indirim, aksatmadan ödeyene indirim vb.), vergi iadesi, vergi affı uygulamasının tamamen kaldırılması, adil ve uygun vergileme ve en önemlisi de herkesin ödeyebileceği kadar vergi yükü yüklenmesi gibi daha aklımıza gelmeyen bir dizi önlemler alınarak kayıt dışı azaltılabilir.
Bu yazı habergzt.com'da yayımlanmış olup 10440 defa okunmuştur .


16 Ocak 2017 Pazartesi

MİLLİ GELİR HESAPLAMA YÖNTEMİ DEĞİŞTİ

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), milli gelirin hesaplama yönteminde, küresel gelişmelere paralel olarak revizyona gitti, milli gelir değişti.










Gayrisafi Yurtiçi Hasıla (GSYH) hesaplamalarında TÜİK revizyona gitti. 2009 verileri baz alınarak hesaplama yöntemi, "SNA-2008 ve ESA- 2010 "la ilgili uluslararası standartlar göz önüne alınarak değiştirildi. TÜİK’ in yaptığı bu revizyonla milli gelir hesabı yeniden yapıldı, yapılan değişikliklerle milli gelirde artış oldu. 1972 yılında DPT ve DİE serileri arasında uyum sağlanırken milli gelirde %6 dolayında bir artış oldu. 1997'deki revizyon milli gelirde %35, 2008'deki revizyon %38'lik artış meydana getirmişti. Bu kez milli gelirimiz eskisine göre %19,7 arttı ve 2 trilyon 337 milyar TL oldu. Kişi başı milli gelir ise 11.014 $’a çıktı. TÜİK tarafından yapılan açıklamada; ESA-95'den ESA-2010'a ve SNA- 2008'e geçişle güncellenen GSYH verilerinin 2009 baz alındığı vurgulanarak "Hem büyümenin daha hızlı ve daha doğru ölçülmesi hem de kalkınma, refahın ölçülmesine yönelik göstergelerin bir kısmının hesaplanabilmesini kolaylaştırmak amacı ile idari kayıtların sisteme entegrasyonu revizyon çalışmalarının en önemli aşamasını oluşturmuştur" denildi. Temel değişim nedenlerini oluşturan başlıklar ise, "'Ar-Ge' ve 'Silah Sistemleri' harcamalarının yatırım harcaması olması, sigortacılık sektörü hesaplama yönteminin değiştirilmesi, Merkez Bankası'nın çıktı hesabının değiştirilmesi" olarak açıklandı.
Ana hatlarıyla TÜİK’ in yaptığı değişiklikler;
-Dolaylı ölçülen mali aracılık hizmetlerinin hesaplama yöntemi,
-Kendi hesabına geliştirilen yazılımlar sisteme eklenmesi,
-Genel devlet sınıflamasının güncellenmesi,
-Gözlenemeyen ekonomi hesabının geliştirilmesi,
-İzafi kira hesaplama yöntemi,
-Tarım sektöründe hesapların geliştirilmesi,
-Sabit fiyatlarla hesaplamalarda yeni yöntem,
-TÜİK iş kayıtları sisteminde yer alan yaklaşık 3 milyon girişime ilişkin GİB ve SGK' da tutulan beyannameler incelenmesi ve kayıtlarda uyumluluk sağlanması,
-Mali şirketler sektörünün parçası olan bankacılık ve sigortacılık faaliyetlerine ilişkin idari kayıtların ulusal hesaplar sistemine entegrasyonunun sağlanması,
-Analitik bütçe gelir ve harcama kodlarının, ESA-2010'a göre yeniden sınıflandırılması.
Baz yılı değişti, Sabit Fiyatlarla Hesaplamanın yerini Zincirleme Hacim Endeksi aldı. TÜİK, eskiden reel GSYH’yı sabit fiyatlarla hesaplardı. Bunu yaparken de belirli bir yılı baz olarak alır bu baz yılından hareketle değişimi hesaplar ve böylece enflasyondan arındırılmış olarak reel büyümeyi hesaplardı. Yeni yöntemde TÜİK, sabit fiyatlarla hesaplamayı zincirlenmiş hacim endeksiyle yapıyor. Zincirlenmiş hacim endeksinde TÜİK, dönemsel hesaplamalar için yıllık çakışma yöntemini kullanıyor, böylelikle üretimdeki değişim daha sağlıklı ölçülebiliyor.


Yasalar ve anayasalar değiştiriliyor, ihtiyaç hasıl olunca niçin bir yöntem değiştirilmesin. Zaten revize varsa sistem işliyor demektir. Bu cihetle TÜİK, milli gelirin hesaplama yönteminde, küresel gelişmelere paralel olarak revizyona gitti, milli gelir değişti. Yapılan bu değişiklikler tüm değişimlerde olduğu gibi haklı ve haksız eleştirileri de beraberinde getirdi. İç kamuoyu bu düzeltmeye şüpheyle bakıp genelde şu şekilde yorumluyor; “dolar bazındadüşen kişi başı milli geliri artırmak için yöntem değiştirerek milli gelir dolayısıyla büyüme oranı artırılıyor.” Aslına bakarsanız uluslararası sistemlere uyum babında, evet bu yöntemle rakamlar değişti ve bu pozitif yönde oldu. Bunu kamuoyuna TÜİK iyi anlatmalıdaha fazla bilgi vermeli, şeffaf olmalı, güven sorununu ortadan kaldırmalı. TÜİK bunu yaparken yine bir şeyi öncelikle kabul etmiş oldu, “önceki uygulanan yöntem eksik ya da durumumuzu tam yansıtmıyordu, şimdi düzeltiyorum.” Tabi bunu yaparken de uluslararası standartlara atıf yapıyor, standartlara uyum sağladığını vurguluyor ve gerekçelerini sıralıyordu. TÜİK’ in kamuoyu ve otoritelere karşı böylesi önemli bir konuda bilerek hata yapacağını veya yanıltıcı bilgi vereceğini hiç sanmıyorum. İyi olan bu durumu fark edip düzeltmek. Kötü olansakamuoyuna anlatma zorluğu. Kişi başı milli gelir yükseliş trendindeyken yeterince bilgi verilerek revizyona gidilse, yani uygun zaman ve zeminde yapılsa bu düzeltmede şüpheye mahal bırakmazdı.
Diğer taraftan, kayıt dışı ekonomi gerçeğinin ise, ekonomik göstergelerin hatalı sonuçlar doğurmasında en büyük etken olduğu, milli gelire eklenmesi gerektiği halde kayıtlı olmadığı ve ölçülemediği için milli gelire dahil olmayan gelirler olduğu unutulmamalıdır. Yani kayıt dışı kayıt altına alındıkça milli gelir düşmeyecek daha da artacaktır.
Bu yazı habergzt.com'da yayımlanmış olup 11434 defa okunmuştur .


2 Ocak 2017 Pazartesi

ENFLASYON HEDEFLEMESİ NEDİR?

Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde yaşanan yüksek enflasyon, işsizlik ve düşük büyüme performansları, para politikalarının sorgulanmasına yol açmıştır…











Fiyat istikrarının sağlanması ve sürdürülmesi için para politikası rejimi olan Enflasyon Hedeflemesi, günümüzde birçok ülkede uygulanmaktadır. Fiyat istikrarının yanı sıra enflasyonu düşürmek içinde tatbik edilmektedir.
Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde yaşanan yüksek enflasyon, işsizlik ve düşük büyüme performansları, para politikalarının sorgulanmasına yol açmıştır. Düşük ve sürdürülebilir bir enflasyon düzeyi için ilk defa Yeni Zelanda tarafında 1989 yılında uygulanmaya başlanmış, 1990’lı yılların başından itibaren ise İngiltere, Avustralya, Kanada, İsveç, Finlandiya ve İspanya’nın bulunduğu gelişmiş ülkeler enflasyon hedeflemesi rejimini hayata geçirmişlerdir. Ülkemiz ise Örtük Enflasyon Hedeflemesi uygulayarak kademeli geçişle 2006 yılında uygulamaya başlamıştır. Türkiye ile birlikle Enflasyon Hedeflemesi Rejimini uygulayan ülke sayısı 24’dür.
Enflasyon Hedeflemesi; hükümet, merkez bankası ya da her ikisinin gelecekte merkez bankasının enflasyonu sayısal olarak belirli bir değerde tutmaya çalışması olarak tanımlanmaktadır.
Enflasyon Hedeflemesi, belirli bir dönem sonu için uygun enflasyon oranının belirlenmesi ve o orana ulaşılabilmesi için para politikası araçlarının kullanılmasını kapsamaktadır. Enflasyon Hedeflemesi rejiminde temel politika aracı kısa vadeli faiz oranlarıdır. Enflasyon Hedeflemesi rejimi altında merkez bakasının gelecek enflasyona ilişkin öngörüleri büyük önem taşımaktadır.
Enflasyonun yüksek olduğu ekonomilerin merkez bankaları enflasyonu düşürmek içinEnflasyon Hedeflemesi uygularken, deflasyona giden ekonomilerin merkez bankaları enflasyon oluşturabilmek için Enflasyon Hedeflemesi uyguluyorlar.
Enflasyon Hedeflemesi rejimi; kesin kurallardan ziya her ülkenin kendine özgü tarihsel, kültürel, ekonomik ve siyasi koşullarına göre şekillendirilebileceği esnek bir yapı sunmaktadır. Enflasyon Hedeflemesi uygulamasında genel ekonomik yapının yanı sıra,
- Merkez bankasının bağımsızlığı,
- Hedefin hangi otorite tarafından belirleneceği (Hükümet, Merkez Bankası veya her ikisi),
- Hedefin niteliği (TÜFE veya Çekirdek Enflasyon),
- Hedefin (Nokta veya Bant) seviyesi ve süresi,
-  Şeffaflık (Enflasyon Raporu),
- Hesap verebilirlik, gibi hususlar önem taşımaktadır.
Para politikası stratejisi için (Mishkin 2000) beş unsur;
1) Enflasyon için orta vadeli sayısal bir hedefin kamuoyuna ilan edilmesi gerekir.
2) Merkez bankasının birincil hedefi fiyat istikrarı, diğer hedefleri ise ikinci derecede hedefi olmalıdır.
3) Politik araçların kullanımı kararlaştırılırken sadece parasal büyüklük ya da döviz kurunun takip edilmesi değil bunların yanında kapsamlı bilgi strateji yani göstergeler de takip edilmelidir.
4) Para politikasının planları, amaçları ve kararları hakkında kamuoyu ve piyasalarla, para politikasının arttırılmış şeffaflığı ile ilişki kurulmalıdır.
5) Enflasyon hedefine ulaşmak için merkez bankasının bağımsızlığının ve sorumluluğunun arttırılmasıdır.
Enflasyon hedeflemesine geçişi zorlaştıran en önemli unsurlardan biri döviz kurları ile enflasyon arasındaki güçlü ilişkidir. Bu nedenle Ülkemizde 2001 finansal krizinden sonra merkez bankası döviz kuru ile enflasyon arasındaki güçlü ilişkinin zayıflatılması için dalgalı döviz kuruna geçilmiş, para politikası rejimi olarak Enflasyon Hedeflemesi tercih edilmiştir.
Merkez bankalarının birincil ve öncelikli amacı fiyat istikrarını sağlamak ve sürdürmektir. Enflasyon Hedeflemesi ise, fiyat istikrarına ulaşılabilmesi amacıyla uygulanan ve giderek yaygınlaşan bir para politikası stratejisidir. Bağımsız bir merkez bankası, enflasyon hedeflemesinin olmazsa olmaz ön koşullarından biridir.  Merkez bankası faiz kararlarınınenflasyonu istenildiği düzeyde ve istikrarlı bir şekilde etkileyebilmesi için finansal sistemin temellerinin güçlü olması, sağlam bir bankacılık sektörü ile gelişmiş para, sermaye ve döviz piyasalarının bulunması gerekmektedir.







Enflasyon Hedeflemesi stratejisinde, enflasyon oranının ölçülmesi büyük önem taşımaktadır. Ülkemizde olduğu gibi birçok ülkede enflasyonun göstergesi olarak Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) kullanılmaktadır. Enflasyon Hedeflemesi stratejisinde karar verilmesi gereken konulardan birisi de hedefin nokta hedef mi yoksa belli bir aralığın mı hedef olacağıdır. Bant ya da nokta hedeflemesinin temel amacı merkez bankasının belirli bir enflasyon hedefini ilan ederek makroekonomik birimlerin enflasyon beklentileri için bir seviye belirlemektir. Ülkemiz için nokta hedefleme seçilmiştir. Ülkemizde hükümet ve merkez bankası rakamsal enflasyon hedefinin ne olacağına yürürlükteki yasalar gereği birlikte karar vermektedir. Belirsizlik aralığıise +- 2 puandır. Hedefler 3 yıllık bir süre için belirlenmektedir. Hedeften Sapma ve Hesap Verme konularında merkez bankası kamuoyunu bilgilendirmekle yükümlüdür. Kısa vadeli faiz oranları kararları Para Politikası Kurulu tarafından onaylanarak alınmaktadır. Enflasyon Raporu ise üç ayda bir yayımlanmaktadır.
Bu yazı habergzt.com'da yayımlanmış olup 10218 defa okunmuştur .


ELEKTRİKLİ OTOMOBİLLERİN PETROLE ETKİSİ

Her şeye rağmen yakın gelecekte petrol yakıtlı araçların pazar payının önemli bir kısmına elektrikli araç sektörü sahip olacak… İlk el...