Translate

27 Haziran 2016 Pazartesi

AVRUPA BİRLİĞİ GENİŞLEME KRONOLOJİSİ

Avrupa Birliği ya da kısaca AB, yirmi sekiz üye ülkeden oluşan ve topraklarının çoğunluğu Avrupa kıtasında bulunan siyasi ve ekonomik bir örgütlenme...

















Avrupa Birliği' nin temelleri 9951 yılında, altı ülkenin katılımıyla oluşturulan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu'na  ve 1957 Roma Antlaşması'na dayanmaktadır. 


1992 yılında, Avrupa Birliği Antlaşması olarak da bilinen  Maastricht Antlaşması’nın yürürlüğe girmesi sonucu, var olan  Avrupa Ekonomik Topluluğu’na yeni görev ve sorumluluk alanları yüklenmesiyle kurulmuştur. “Kopenhag kriterleri” olarak anılan, Aralık 1993’te Kopenhag’da toplanan Avrupa Konseyi tarafından belirlenen üyelik kriterleri, aday bir ülkenin aşağıdaki koşulları yerine getirmesini gerekli görmektedir:
-Demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ile azınlıklara saygı ve azınlıkların korunmasını temin eden istikrarlı kurumların bulunması;
-İşleyen bir piyasa ekonomisinin yanı sıra, Birlik içerisindeki rekabet gücü ve piyasa güçlerinin baskısıyla baş edebilmesi;
-Üyelik yükümlülüklerini yerine getirebilmesi, özellikle de siyasi, ekonomik ve parasal birliğin amaçlarına bağlı kalabilmesi.
Avrupa Birliği kapsamında, tüm üye ülkeleri bağlayan standart yasalar aracılığıyla, insan, eşya, hizmet ve sermaye dolaşımı özgürlüklerininden oluşan bir ortak pazar (tek pazar) geliştirmiştir. Birliğe üye ülkelerin on dokuzu, Euro adıyla anılan ortak para birimini kullanmaya başlamıştır. Birliğin yirmi sekiz üyesinden yirmi ikisi NATO' nun da üyesidir.
Avrupa Birliğinin genişlemesine dair kronoloji;
1957– Kurucu üyeler
Avrupa Ekonomik Topluluğu'nun kuruluşu; 6 kurucu üye: 1Batı Almanya, 2 Fransa, Belçika, Hollanda, Lüksenburg, 6 İtalya.
1973 – Birinci büyüme
Birinci büyüme, yeni üyeler: 7 Danimarka, Birleşik Krallık, İrlanda.
1981 – İkinci büyüme
İkinci büyüme, yeni üyeler: 10 Yunanistan.
1985 – İlk ayrılma
İlk ayrılma, ayrılan bölge: Grönland (Danimarka’ya bağlı özerk bölge)
1986 – Üçüncü büyüme
Üçüncü büyüme, yeni üyeler: 11 Portekiz. 12 İspanya.
1990 – Almanya'nın yeniden birleşmesi
Almanya'nın yeniden birleşmesi, birliğe resmen katılan eyaletler: Brandenburg, Mecklenburg-Vorpommern, Saksonya, Sachsen-Anhalt, Thüringen.
1995 – Dördüncü büyüme
Dördüncü büyüme, yeni üyeler: 13 Avusturya, 14 Finlandiya, 15 İsveç.
Aday ülkeler ve olası adaylar

Aday ülkeler: 1 Arnavutluk, 2 İzlanda, Karadağ, 4 Makedonya, 5 Sırbistan, 6 Türkiye.

Olası adaylar: 1 Bosna-Hersek, 2 Kosova.
İngiltere'nin AB referandumu
23 Haziran 2016 tarihinde Birleşik Krallığın Avrupa Birliğinden ayrılması ya da ayrılmaması için yapılan kritik referandumda halk “AB’ye Hayır” dedi. İngiltere’nin Lizbon Anlaşması’nın 50’nci maddesi gereğince AB Konseyi’ne kararı bildirmesi gerekiyor. Bundan sonra AB ile İngiltere masaya oturacak ve müzakereler başlayacak. En az 2 yıl sürmesi beklenen müzakereler süresince İngiltere AB üyesi olarak kalmaya devam edecek.
Türkiye-AB İlişkileri; Türkiye ilk olarak 1959 yılında, o zamanki Avrupa Ekonomik Topluluğuna (AET) üyelik başvurusunda bulunmuştur. Ankara Ortaklık Anlaşması (“Ankara Anlaşması”) 1963 yılında Türkiye ile o zamanki AET arasında imzalanmıştır. Anlaşma 1 Aralık 1964’te yürürlüğe girmiştir. 1980’lerin başlarında, Türkiye’deki askeri müdahaleden dolayı Türkiye-AET ilişkilerinde bir duraklama olmuştur. 1983 yılında yapılan seçimlerin ardından ilişkiler yeniden kurulmuş ve 1987’de Türkiye tam üyelik başvurusunda bulunmuştur. 1990’da Avrupa Konseyi, Türkiye’nin üyelik başvurusunu kabul etmiştir. 1995 yılında Türkiye ile AB arasındaki ticari ilişkilere önemli katkısı olan Gümrük Birliği kurulmuştur.  Aralık 1999 Avrupa Konseyi Helsinki Zirvesinde Türkiye resmi olarak aday ülke statüsü kazanmıştır. Türkiye ile AB arasındaki katılım müzakereleri, topluluk müktesebatının her bir “faslının” analitik olarak incelenmesiyle birlikte (tarama süreci olarak adlandırılır) Ekim 2005’te başlamıştır. Katılım müzakerelerinin yürütülmesi amacıyla topluluk müktesebatı, her biri spesifik bir konuyla ilgili olmak üzere, 35 fasla bölünmüştür. Türkiye Mali Yardım Aracı kapsamında Türkiye 2001 yılından bu yana AB’den katılım öncesi yardım almaktadır. 
Bu yazı habergzt.com.'da yayımlanmış olup 6930 defa okunmuştur .


20 Haziran 2016 Pazartesi

CARİ AÇIKTA ENERJİ İTHALATININ ETKİSİ!

Cari açık: Bir ülkenin, ürettiği mal ve hizmetlerin ihracı sonucundaki gelirinin, yurt dışından ithal ettiği mal ve hizmetler için ödediği giderden az olması durumudur…








Yurt dışından döviz ödeyerek ithal edilen mallar için yapılan döviz ödemeleriyle yurt dışına döviz karşılığı satılan mallardan elde edilen döviz gelirleri arasındaki farka dış ticaret dengesi denir. Dış ticaret dengesi = Mal ihracatı gelirleri – mal ithalatı giderleri olarak formülize edilir. Dış ticaret dengesinin sıfır olması ithalat ve ihracatın eşit olduğunu ifade eder. Bir başka ifadeyle dış ticaret denkliğinden söz edilir. İhracat ithalattan küçükse dış ticaret açığından söz edilir.
Mal ihraç edip mal ithal etmenin yanında hizmet ithalatı ve ihracatı da yapılır. Bunun yanında taşımacılık gelir ve giderleri, faiz gelir ve giderleri gibi döviz gelirleri veya kayıpları vardır. Bunlarda malların üzerine eklenince dış ticaret dengesi cari denge halini alır. Bunu da şöyle formülize ederiz.  Cari denge = (Mal ihracatı gelirleri + satılan hizmetlerden sağlanan gelirler + diğer gelirler) – (mal ithalatı giderleri + satın alınan hizmetlere ödenen giderleri + diğer giderler) +/- cari transferler (Yurt dışından işçilerimizin gönderdiği karşılıksız transferler vb). Bu formülde yurt dışı gelirleri + cari transferler toplamı, yurt dışı giderlerinden fazla ise cari fazla, tersi söz konusu olduğunda cari açık olur. Yurt dışı gelir ve giderleri birbirine eşitse cari denge olur. Özetle cari açık: Bir ülkenin, ürettiği mal ve hizmetlerin ihracı sonucundaki gelirin, yurt dışından ithal ettiği mal ve hizmetler için ödediği giderden az olması durumudur.  Başka bir deyişle cari açık bir ülkenin ürettiğinden fazla harcaması anlamına gelir. Üretilenden fazla yapılan bu harcamayı diğer ülkelerden borçlanarak karşılarsınız.











Cari açık ile ülkenin gelişmişlik oranı ters orantılı olduğundan, ülkelerin gelişmişlik düzeyini belirlemede cari açık önemli göstergelerden biridir. Yurt dışı gelir ve gider arasındaki fark negatifse, ülke cari açık  veriyor demektir. Sürekli verilen cari açık, kaçınılmaz olarak sürekli bir borçlanma ihtiyacını doğurur. Tam tersi durumda ise fark pozitiftir ve o ülkenin  cari fazlası yani döviz birikimi var demektir.
Cari açığın çok artması ciddi sonuçlar doğurur. Yurt dışından gelen döviz durur ve kur yükselir ve ithalat azalır. İthalatta doğacak açığı kapatmak için yapılacak hamleler vatandaşa zam olarak yansır. Cari açığın büyük olduğu bir ülke borçlu bir ülke anlamına gelir. İthalata dayalı büyüme cari açığı artırır. Bu sebeple İhracata dayalı bir ekonomi oluşturmak ve üretimi artırmak bu malların yurt dışına ihracını sağlamak, yeni pazarlar bulmak gerekir. 
Gelişmekte olan ülkelerde görülen hızlı sanayileşme, kentleşme ve nüfus artışı enerji tüketimini doğrudan etkilemektedir. Hızlı büyüme ve kalkınma ile kentleşmenin gereksinim duyacağı enerjinin uygun fiyatla, kesintisiz ve yeterli miktarda karşılanabilmesi son derece önemlidir. Enerji talebinin karşılanmasında gelişmekte olan ülkeler önemli ölçüde dışa bağımlıdır. Enerjide yüksek düzeyde dışa bağımlı olmanın ortaya çıkardığı en önemli maliyet ise yüksek cari açıklardır. Enerji konusunda Petrol ya da doğal gaz kaynakları bulunmayan ülkelerin dışa bağımlı olduğu, cari açığın en büyük nedeninin bu olduğu bilinmektedir. Hele birde elektrik üretiminde doğal gaz ağırlıklı kullanıyorsa cari açık katlanıyor demektir. Özellikle de Ülkemiz cari açığı enerji açığı olarak değerlendirilmektedir.  Bu sebeple yerli ve yenilenebilir enerji kaynakları ve nükleer enerji üretimi bir seçenek olarak cari açığın azaltılması konusunda önem kazanmaktadır. Cari açığın diğer bir tarifi de tasarruf - yatırım farkı olmasıdır. İç tasarruflar arttığı takdirde, dışarıdan yatırım için borçlanmaya gerek olmaz.
Bu yazı habergzt.com'da yayımlanmış olup 7142 defa okunmuştur .


13 Haziran 2016 Pazartesi

G20 NASIL OLUŞTU, HANGİ ÜLKELER ÜYE, İŞLEVİ NEDİR?

G20, geçmişi 1970'li yıllara dayansa da, 1999 yılında Washington'daki toplantı sonrası son halini aldı...





















(Not; Mavi G20 ülkelerini, açık mavi diğer Avrupa Birliği ülkelerini, pembe misafir olarak katılan ülkeleri gösteriyor.)
İngilizce Group of 20'nin kısaltması. Uluslararası ekonomik işbirliğini arttırmayı amaçlayan, gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomileri bir araya getiren, küresel ekonomik kararların alındığı bir platform. 20 üyesi var. O yüzden Grup 20 deniliyor. G20 de kısaltılmış hali.
G20, geçmişi 1970'li yıllara dayansa da, 1999 yılında Washington'daki toplantı sonrası son halini aldı.
25 Eylül 1999 tarihinde Washington’da gerçekleştirilen G-7 Bakanları ve Merkez Bankası Başkanları toplantısında bu platformun (G 20; Group of 20) oluşturulmasına karar verilmiştir. 


Açılış toplantısı 19 ülkenin ve Avrupa Birliği’nin finans bakanlarının ve merkez bankası başkanlarının katılımıyla 15-16 Aralık 1999 tarihinde Berlin’de gerçekleşmiştir. G-20 ilk başta çeşitli bakanlıklar düzeyinde toplantı düzenlemiştir.  İlk Liderler zirvesi 14-15 Kasım 2008’de ABD’de (Washington) gerçekleştirilmiştir.  2008 yılından bu yana on kez G20 liderler zirvesi gerçekleştirilmiştir. En son Liderler zirvesi 15-16 Kasım 2015 tarihinde ülkemizde Antalya Belekte gerçekleşti. 11. Toplantı 4-5 Eylül 2016’da Çin’de (Hangzhou) yapılacak.
G20, daha çok ekonomik meselelere şiar edinmiş, siyasi bir yaptırımı olmayan, gayri resmi bir yapılanmadır. G20, 19 üye ülke ve Avrupa Birliği temsilciliğini kapsıyor.
G20; 1ABD, 2Almanya, 3Arjantin, 4Avustralya, 5Brezilya, 6İngiltere, 7Çin, 8Endonezya, 9Fransa, 10Güney Afrika, 11Güney Kore, 12Hindistan, 13İtalya, 14Japonya, 15Kanada, 16Meksika, 17Rusya, 18Suudi Arabistan, 19Türkiye, 20Avrupa Birliğinden oluşuyor.











Birçok   Avrupa Birliği ülkesi G20'de bağımsız olarak değil sadece AB Komisyonu olarak temsil ediliyor. Toplantılara üye ülkelerin yanı sıra Avrupa Merkez Bankası; Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası başkanları da bu toplantılara katılmaktadır. Yine OECD, Dünya Ticaret Örgütü, Birleşmiş Milletler gibi kuruluşlar da toplantılara katılıyor. Diğer yandan dönem başkanı ülkelerin davet ettiği ülkeler de G20 Zirvesine katılabiliyor.












Uluslararası finansal istikrarın artmasına ilişkin toplantılar yapan G20 ülkeleri, dünya ekonomisinin yön göstericisi konumunda bulunuyor. Türkiye'nin de 1999 yılında katıldığı örgüt, her yıl bir başka ülke başkanlığında toplantılar düzenliyor. Ana gündem maddesi ekonomi ancak dünyadaki siyasi ve diplomatik gelişmeler de zirvede görüşülüyor. G20 toplantılarında resmi oylama söz konusu olmayıp, kararlar liderlerin mutabakatı ile alınıyor. Birçok uluslararası örgütün tersine devamlı bir personeli yok. Genel Sekreterliği de. Başkanlık rotasyon usulü ile yapılıyor. Bir önceki, bir sonraki ve halihazırdaki başkanlık, zirve toplantısının konularına, konuşmacılarına karar veriyor. Yılda bir defa dönem başkanı ülkenin ev sahipliğinde toplanıyor. G20'nin ilişkili grupları da var: Düşünce kuruluşlarının toplandığı T20, Emek gruplarının toplandığı L20, Gençlik örgütlerinin toplandığı Y20, İş dünyasının toplandığı B20, Sivil Toplum kuruluşlarının toplandığı C20, Kadın hakları örgütlerinin toplandığı W20 gibi. Toplantılara ev sahipliği yapan ülke bir bakıma sekretarya görevini de üstleniyor. 
G20, devletlerarası ekonomik işbirliğinin en önemli forumudur. G20 ülkeleri dünyada üretilen bütün mal ve hizmetlerin parasal değerinin yüzde 85'ine, küresel ticaretin yüzde 75'ne sahipler. Dünya nüfusunun da üçte ikisi G20'de yaşıyor. G-20 ülkelerinin ana özelliği, sanayileşmiş ve ekonomik olarak gelişmiş ülkeler olmalarıdır. Söz konusu gelişmişlikteki ana kriter GSYİH oranı olarak belirlenmiştir.
G20 toplantılarının;
-Hem gelişmiş hem gelişmekte olan temsil gücü yüksek en büyük ülkeleri kapsadığı,  
-Küresel ekonomik işbirliği ve eş güdüm açısından en uygun platform olduğu,
-Bütün faaliyetleri ve toplantıları tüm ülkeleri ilgilendirdiği,
-Üst düzeyde etkin katılım olduğundan dünya liderleriyle yüz yüze iletişim imkanı olduğu,
-Ayrıca küresel ekonomik yönetişimi pekiştirdiği,
İçin rolü ve önemi büyük.
Bu yazı  habergzt.com.'da yayımlanmış olup 8057 defa okunmuştur .


6 Haziran 2016 Pazartesi

POLİTİKA FAİZİ NEDİR, NASIL BELİRLENİYOR?

Para politikası, para arzı, kısa vadeli faiz oranları veya kurlar gibi enflasyon üzerinde belirleyici olan değişkenlerin kontrolüne dayanır…






Merkez Bankası belirlenen faiz oranı üzerinden bankaların repo taleplerini karşılar. Bankalar ellerindeki tahvil ve bonoları teminat verip Merkez Bankasından para alarak repo yaparlar. Böylece kendilerine fon oluşturmuş olurlar. Repo; Kısa vadeli bir menkul kıymetin daha sonraki bir tarihte geri alınmak şartıyla satılmasına denir. Politika faizi en basit tabirle Merkez Bankası tarafından belirlenen, bir hafta vadeli repo ihale faiz oranıdır.
Merkez Bankası görünürde iki çeşit borç verme faizi uyguluyor. (1) Gecelik olarak bankalara borç vermekte uyguladığı faiz. (2) Haftalık olarak bankalara borç vermekte uyguladığı faiz. Duruma ve gidişata göre bazen gecelik borç vermeyi, bazen de haftalık repo ihalesiyle borç vermeyi öncelikli olarak kullanıyor. Merkez Bankasının bir de görünmeyen faizi var. Borç verme faizinin yani gecelik faiz ile haftalık faizin ağırlıklı ortalaması yani Merkez Bankasının piyasayı fonlamakta uyguladığı ortalama faiz. Merkez Bankasının gerçek politika faizi, hareketli bir faiz olan ağırlıklı ortalama fonlama maliyetidir.
Para politikası, para arzı, kısa vadeli faiz oranları veya kurlar gibi enflasyon üzerinde belirleyici olan değişkenlerin kontrolüne dayanır. Politika faizi, aylık yapılan Para Politikası Kurulu toplantılarında açıklanır. Politika faizi aracılığıyla Merkez Bankası piyasadaki para stokunu etkileyerek dolaylı yoldan kredi büyüklükleri, kredi faizleri, mevduat faizleri, döviz kurunu etkileyebilmektedir. Böylece nihai hedefi olan fiyat istikrarı için politika uygulamış olur. Bu sebeple adına politika faizi denmektedir. Para politikası kurulu faiz kararı alırken, toplam arz-talep dengesi, maliye politikasına ilişkin göstergeler, parasal göstergeler ve kredi büyüklükleri, ücret, istihdam, birim maliyet, verimlilik gelişmeleri, kamu ve özel sektör fiyatlama davranışları, enflasyon beklentileri, döviz kurları ve bunları etkileyebilecek gelişmeler, olası dışsal şokların analizi ve banka bünyesindeki ekonomik tahmin sisteminden elde edilen projeksiyonları içeren geniş bir bilgi kümesinden yararlanmaktadır.
Politika faizinin yükselmesi de düşmesi de son derece etkili olmaktadır. Merkez Bankası eğer politika faizini düşürürse, bankalar için Merkez Bankası ile repo yapmak daha az maliyetli bir hal alır. Bu sebeple bankaların fonları çoğaldığı için kredi faizleri düşer. Aynı şekilde alternatif bir fon olan mevduatlarında faizleri de düşer. Toplam kredilerin büyüklüğü artar ve ekonomi hareketlenir. Merkez Bankası eğer politika faizini yükseltirse, yukarıda saydıklarımızın tersi gerçekleşir ve ekonomi soğur. Mevduat faizleri yükseleceği içinde döviz kurlarında bir düşüş beklenir. Bir ülkenin Merkez Bankasının politika faizini artırması yani paranın fiyatını artırması o ülkenin para biriminin diğer ülke para birimleri karşısında değerinin artması anlamına gelirken;  Politika faizini düşürmesi yani paranın fiyatını düşürmesi o ülkenin para biriminin diğer ülke para birimleri karşısında değerinin düşmesi anlamına gelir.


Faiz koridoru, Merkez Bankasının borç alma ve verme arasında oluşan alana deniyor. Merkez bankaları borç verme faiz oranı ile borç alma faiz oranı arasındaki farkı yani faiz koridorunu genişleterek veya daraltarak ülkedeki güncel döviz kurlarını kontrol altında tutmaktadır. 
 Bu yazı habergzt.com.'da yayımlanmış olup 9807 defa okunmuştur .

ELEKTRİKLİ OTOMOBİLLERİN PETROLE ETKİSİ

Her şeye rağmen yakın gelecekte petrol yakıtlı araçların pazar payının önemli bir kısmına elektrikli araç sektörü sahip olacak… İlk el...