Translate

22 Ekim 2017 Pazar

ELEKTRİKLİ OTOMOBİLLERİN PETROLE ETKİSİ

Her şeye rağmen yakın gelecekte petrol yakıtlı araçların pazar payının önemli bir kısmına elektrikli araç sektörü sahip olacak…



İlk elektrikli otomobil Hollanda’lı bir mucit olan Stratingh tarafından 1838 yılında geliştirilmişti. Gelişmiş ülkeler petrol kaynaklarını ele geçirince petrolle (benzin, motorin) çalışan motorların geliştirilmesi şüphesiz daha kolay oldu. Hal böyle olunca birçok otomobil şirketi seri petrollü araç üretimine geçti. Böylece 19. Yüzyılın ortalarında başlayan elektrikli otomobil serüveni 1930 yıllarda piyasadan silindi. Son yıllarda, petrol ürünleriyle çalışan otomobillerin: çevresel etkileri, kaynakların hızla tükeniyor olması, yüksek akaryakıt fiyatları bu otomobillere ilgiyi azalttı. Batarya teknolojisindeki gelişmeler ve daha ucuz enerji ile ulaşım maliyetlerinin en aza indirilmesi söz konusu olunca, elektrikli otomobillere yeniden ilgi doğmasına yol açtı.
Enerji günümüzde tüm ülkeler tarafından çok önem verilen bir sektör, petrol ise en fazla tüketilen birincil enerji kaynaklarından. Ülkeler enerji güvenliğini sağlamak maksadıyla dışa bağımlılıklarını en aza indirme, enerji verimliliğinde maksimum fayda sağlama yolunda yeni yeni düzenlemelere gidiyor ve bu düzenlemelerin özellikle en çok petrol tüketen ülkelerde olması nedeniyle petrole olan talebin etkilenmesi kaçınılmaz gözüküyor. Dolayısıyla petrol fiyatları tüm ülkelerin ekonomisiyle yakından ilgili. Küresel petrol tüketiminin %70’lere varan kısmı taşıtlarda kullanılmakta, petrol fiyatları da 57 dolarlar civarında olunca elektrikli otomobillere talebin hızla armasıyla varil fiyatlarının inmesi gayet doğal gözüküyor.
Petrolle çalışan otomobillerin ortalama yakıt tüketiminde de önümüzdeki yıllarda %20’e yakın tasarruf sağlanacağı, bu yönde Ar-Ge çalışmaları süreklilik arz ettiği biliniyor. Buna paralel olarak otomotiv sektöründe yatırımlar hızla elektrikli otomobillere kayıyor. Önümüzdeki 10-15 yıl içerisinde beş araçtan birisi elektrikli olursa şaşırmamak gerekiyor. Ve hatta 8-10 yıl içinde tüm fosil yakıtların araçlarda kullanımının biteceğini iddia edenlerde var, tabi ki bu iddia çok ütopik geliyor bize. Şüphesiz ki elektrikli araçlarda yeni motor teknolojilerin gelişimi özellikle otomobillerdeki petrol tüketimini azaltacak. Önümüzdeki yıllarda akaryakıtta tasarruflu motor ve elektrikli araçlara geçiş nedenleriyle petrol fiyatlarının daha da düşeceği, dolayısıyla ufukta petrolün ülkeler ve dünya üzerindeki etkisinin giderek azalacağı kaçınılmaz gözüküyor.Diğer taraftan elektrikli araç üreticileri çeşitli zorluklarla üretimlerini gerçekleştiriyorlar. Mevcut teknolojiyle batarya üretiminin maliyeti araç maliyetinin önemli bir kısmını oluşturmakta, diğer etkenlerle birlikte elektrikli araçların maliyeti şimdilik yüksek olunca, gelişmeler çizgisinde maliyet düşüp yaygınlaşıncaya kadar belirli bir süre daha petrolün birinci sıradaki yerini koruyacağı da bir realite olarak karşımızda duruyor. Ancak Petrol ve doğal gaz gibi fosil kökenli yakıtların rezervlerinin sınırlı olması sonucu yakın bir gelecekte tükeneceği öngörüsü, alternatif arayışlarının da haklılığını ortaya koyuyor. Yani gelecek petrol dışındaki alternatif kaynaklarda duruyor.
Petrolden hızla elektrikli otomobillere dönülmesi, sınai malların üretimine ihtiyacın daha da artması nedeniyle elektrik enerjisine ihtiyaç ( ABD’de elektrikli araçlar sebebiyle elektrik enerjisine talebin %18 artacağı belirtiliyor) hızla artacağından; enerji sektöründe yatırımların devam etmesi, teknolojik gelişmeler ile enerji verimliliğinin arttırılması (Teknolojik gelişmeler enerji kullanımını daha verimli hale getirecek, bir birim ekonomik üretim için harcanan enerji miktarının %2 oranında azalacağı tahmin ediliyor), çevre mevzuatlarına uyum, enerji arz güvenliği ve alternatif enerjilerin geliştirilmesi (termik, rüzgar, güneş, Jeotermal, nükleer vb) üretimin çeşitlendirilmesi, yerli ve yenilenebilir enerji üretiminin artırılması gerekiyor. Özelliklede yerli kaynaklarla nükleer santrallerden elektrik üretiminin bir an evvel devreye sokulması gerekiyor.
Her şeye rağmen yakın gelecekte petrol yakıtlı araçların pazar payının bir kısmına elektrikli araç sektörü sahip olacak. Otomobil üreticisi dünya çapındaki büyük firmalar elektrikli araç üretimine aşamalı geçiş yapıyorlar. Son yıllarda üreticiler, elektrikli araçların menzil, batarya ve altyapı sorunlarını gidermek için yoğun bir çalışmanın içine girdi. Tesla ve Volkswagen’in her biri 2025 yılına kadar yılda 1 milyondan fazla elektrikli araç üretmeyi planlıyor. Volvo, 2019’da başlayan yeni modellerin hepsinin hibrit veya tamamen elektrikle çalışacağı bildirdi. 2022'ye kadar Mercedes'in tüm modellerinde elektrikli opsiyonun da tüketicilere sunulacağı açıklandı. Renault-Nissan ortaklığı 2022’ye kadar sıfır emisyon üreten toplam 12 elektrikli araç üreteceklerini duyurdu. Birçok ülke bu konuda önlemler almakta geleceğe yönelik planlamalarda bulunmaktadır. 2030 yılından itibaren Hindistan’da satılan her bir otomobil elektrikli olacak. Çin de alternatif yakıtlarla çalışan otomobilleri gündemine almış durumda. Çin’de 2025 yılına kadar bu satışların en az beşte birinin alternatif yakıtla çalışan otomobillerin oluşturmasını hedefliyor. Almanya, 2020 senesinde bir milyon elektrikli otomobilin trafiğine çıkmasını, 2030’da ise tüm otomobillerin elektrikli olmasını hedefliyor. Fransa’da Paris için önümüzdeki 13 yılda, tüm Fransa’da ise 2040 yılına kadar elektrikli otomobil dışında fosil yakıtlı otomobiller kullanılmayacak. Dünyadaki elektrikli araç satışları, Çin, ABD, Japonya, Kanada, Norveç, İngiltere, Fransa, Almanya, Hollanda ve İsveç olmak üzere 10 ülkede toplam satışların %95’ini oluşturuyor.
Ülkemizin de petrol ithalatçısı olduğu düşünüldüğünde, tek enerji kaynağı olarak petrole bağımlılıktan önemli ölçüde kurtulması için elektrikli araç gelişmelerine duyarlı olması, yerli elektrikli araç üretimi konusunda girişimcilerin devlet tarafından önünün açılması, desteklenmesi, teşvik edilmesi, küresel pazarda yer edinmesinin sağlanması ve iç pazarda elektrikli araç kullanımın yaygınlaştırılması, gerekirse yasal düzenlemelerden kaçınılmaması, diğer ülkelerde olduğu gibi önümüze hedef konulması ve gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Zira ülkemizin cari açığının enerji açığı olduğu önümüzde bir gerçek olarak duruyor. 
Bu yazı habergzt.com'da yayımlanmış olup 5333 defa okunmuştur .


8 Ekim 2017 Pazar

ENFLASYONDA BAZ ETKİSİ

Ekonomide var olan istatistikler veya istatistiksel verilerin okunup yorumlanmasında baz etkisi kullanılır…









Zaman zaman ekonomiden sorumlu yetkililerin “baz etkisi” terimini kullandıklarına şahit oluruz. Enflasyonun yükseleceğini ya da tersinin olacağını bu durumun baz etkisinden kaynaklandığı belirtilir. “Kur etkisi” yüzünden geçen yılın son ayı ile bu yılın ilk aylarında aylık enflasyon oranları “mevsim normalleri” nin çok üzerinde gerçekleşmiş ve bu da yıllık enflasyonu hızla yükseltmişti. Aylık enflasyon oranlarının mevsim normallerine yakın seyretmeye devam etmesiyle yıllık enflasyon yükselişe geçmiş ve yıl sonuna kadar yükselişin devam edeceği tahmin edilmektedir. Önceki yıl Aralık ayında enflasyonun mevsim normallerinin çok üzerinde gerçekleşmiş olmasının baz etkisinin bu yıl Aralık ayından itibaren olumlu yansıyacağı ve enflasyonda düşüş yaşanacağı beklenmektedir. Peki bu baz etkisi nedir? Onu TÜFE üzerinden örnekleyerek açıklamaya çalışalım.
Baz etkisi; İki dönem arasındaki değişim hesaplanırken, değişime referans alınan dönemde normalden önemli ölçüde düşük veya yüksek bir gerçekleşme olması durumunda değişim hesaplandığı döneme yansıyan etkiyi ifade etmektedir.
Ekonomide baz yılı; Başlangıç alınan yıldır. Baz alınan yıla genellikle 100 değeri verilir. Bundan sonra gelen yıllarda bu 100 değerine göre yüzde olarak kolaylıkla hesaplanır. Enflasyon hesaplanmasında kullanılan veriler Türkiye istatistik Kurumu' nun (TÜİK) sağladığı tüketici fiyatları endeksi (TÜFE) verileridir. Yıllık enflasyonun hesaplanması, aylık enflasyonun hesaplanıp bir yıla genişletilmesi ile gerçekleşir. Aylık enflasyon, aylık verilerin basit ortalaması alınarak değil bileşkesi toplam değişimi verecek şekilde hesaplanır.  Genelde yıllık enflasyon takvim yılı baz alınarak değerlendirilir. Şöyle ki; örneğin, 2005 yılı TÜFE oranı, 2005 için takvim yılında gerçekleşen TÜFE oranını belirtir. Ancak baz hesaplamalarında aylık değerler veya belirli döneme ilişkin aylar dikkate alınarak yıllık değerler ya da istenilen döneme ait değerler de kullanılmaktadır. Gerçek hayattan örneklemek gerekirse, çalışanların ve emeklilerin maaş artışları her 6 aylık dönemde TÜFE artış oranı baz alınarak değerlendirilmektedir.
Ekonomide var olan istatistikler veya istatistiksel verilerin okunup yorumlanmasında baz etkisi kullanılır. Baz etkisinin iyi anlaşılması gerekir aksi durumda yanlış yorumlanmasına neden olabilir. Bu duruma bir örnek vermek gerekirse; 2017 Ekim ayı yıllık enflasyonu hesaplanırken, 2016 Ekim ayı tüketici endeksinin 2017 Ekim ayı tüketici endeksine göre yüzdelik oranda değişimi baz alınır. Eğer dönemlere göre büyüme ya da küçülme ifade edilecekse bu durumda iki dönemi de baz etkisi üzerinden karşılaştırmak gerekir.

Eylül ayı yıllık TÜFE %11,20 gerçekleşti, Grafik üzerinden örnekleyecek olursak; 2017 Ekim ayı TÜFE’nin bir önceki yıl Ekim ayı oranı olan %1,44 ‘ün altında 0’ın üstünde gerçekleşeceğini var-sayarsak bu durumda 2016 yılı Ekim ayı baz alındığında 2017 yılı Ekim ayı yıllık enflasyonu baz etkisiyle gerileyecektir. Örnekte 2017 Ekim ayında TÜFE arttığı halde aynı ayda yıllık enflasyon baz etkisinden dolayı düşecektir. Bu kez 2017 Kasım ayı TÜFE’nin bir önceki yıl Kasım ayına göre oldukça yüksek gerçekleşeceğini var-sayarsak bu durumda da bir önceki yıl değeri olan %0,52 gerçekleşen değerden düşük olması sebebiyle baz etkisiyle yıllık enflasyon yükselecektir.
Baz etkisini üretim açısından başka bir örnekle açıklayalım; 2015 yılında 1000 birim mal üreten bir fabrika, 2016 yılında 750 birim mal üretmiştir. Bu durumda bu fabrikanın üretimi %25 düşmüştür, yani küçülmüştür. 2017 yılında ise tekrar 1000 birim mal üretmeye başlamıştır. Bu durumda da bir önceki yıla göre %33 üretimi artmıştır, yani bir önceki yıla göre büyümüştür. Aslında fabrika 2015 yılındaki yani 2 yıl önceki üretimine dönmüştür. Üretim olarak büyümemiş, önceki üretim büyüklüğüne ulaşmıştır. Bu duruma baz etkisi söz konusudur.
Çift haneli yüksek enflasyondan çok çekmiş ülkemizin bir an evvel muhtemel yıl sonu baz etkisinin olumlu etkisini de kullanarak 2018 yılı ilk ayından itibaren tek haneli enflasyon oranlarına geri dönmesi arzumuz. O sebeple üzerine sorumluluk düşen her kesimin enflasyonla mücadelede işi sıkı tutması özellikle seçim ekonomisinden uzak durulması, ipin ucunun kaçırılmaması gerekiyor.
Bu yazı habergzt.com'da yayımlanmış olup 12683 defa okunmuştur .


24 Eylül 2017 Pazar

BİLGİ EKONOMİSİ

Artık ekonomik yapının tümü, bilgi temeli üzerine yeniden yapılanmıştır…









İçinde bulunduğumuz yüzyılda dünya sürekli değişim içerisinde olup her alanda yenilikler ardı ardına geliyor. Gelişmiş ülkeler bireylerinin yaşam kalitesini sürekli iyileştirirken, bazı ülkelerde vatandaşlarına hala çok ilkel yaşam standardı sunuyor. Ülkemiz ise gelişmekte olan ülkeler konumundan üst kategoriye zıplamaya çalışan ülkelerden. Birçok konuda dünya standartlarını yakalayabilecek konumdayız ancak bu yeterli mi? Hayır! daha çok yol almalıyız. Bu sebeple çağın gereklerine uygun hareket etmeliyiz.
Bilgi, gözlemlenebilen, ölçülebilen veya hesaplanabilen bir davranış ya da tutuma ait değerdir. Bilgi, belli bir süreçten geçmiş veriler olarak tanımlanabilir. Bir başka bilgi tanımı ise sosyal olaylarda karşımıza çıkan eylem ve olayları anlamamıza yardım eden işaret ve kavrayışlardır. Değerli olması, az bulunması, taklit edilemez olması, ikame edilemez olması bilginin stratejik öneme sahip olma özellikleridir. Artık ekonomik yapının tümü, bilgi temeli üzerine yeniden yapılanmıştır. Bilginin araç olmaktan çıkıp önemli bir üretim alanı ve temel güç olmaya başladığı, iş hayatında bilgi pazarlaması ve işi yeni bilgi üretmek olan çalışanların giderek daha çok istihdam edilmeye başlandığı görülmektedir. Günümüzde ülkeler rekabet edebilmek ve katma değeri yüksek ürünler üretebilmek için bilgi ekonomisine dönüşüm sürecine girmişlerdir.
Bilgi ekonomisi; küreselleşmenin ekonomik ayağını oluşturmaktadır. Bilgi ekonomisinin temeli bilgidir. Ekonomik faaliyetlerin bilgi temelli olarak gerçekleştirildiği ekonomik yapı bilgi ekonomisi olarak tanımlanabilmektedir. Bilgi ekonomisi bilginin üretilmesinin yanı sıra kullanılması ve yayılmasına dayalı bir ekonomidir. İnternet’in 1994’ de ortaya çıkması ve hızla yayılması bilgi ekonomisinin dünya ekonomi konjonktüründeki yerini sağlamlaştırmıştır. Enformasyon ekonomisi, ağ ekonomisi, dijital ekonomi, yeni ekonomi ve entelektüel sermaye terimlerinin hepsi birbirlerinin yerine kullanılabilen terimlerdir.
Bilgi ekonomisi, bilginin elde edilmesi, işlenmesi ve dönüştürülmesi ile birlikte dağıtımı süreçlerini kapsamaktadır. Bu üç temel süreç, bilginin işlenmesini, elde edilmesini, dağıtımını ve iletişimini sağlayan bilgisayar sisteminden (donanım ve yazılımlarından) oluşmaktadır. Artık bilgi ekonomik üretim faktörleri içinde, birincil önceliğe sahiptir. Bilgi ekonomisinin en önemli unsurları ise bilgi ve iletişim teknolojileridir. Bilgisayarlar arasında kurulan ağlar yolu ile dünyanın bir ucundan diğerine her türlü bilgi ucuz, güvenilir ve anlık olarak aktarılabilmektedir. Bilgi ekonomisinin diğer önemli bir unsuru da bilgi çalışanlarıdır. Bilginin kullanılması ve geliştirilmesine yönelik işlerde çalışanlar bilgi işçisi olarak tanımlanmaktadır. Bilgi işçileri, zekâlarını ve fikirlerini ürün mal ve hizmete dönüştürürler. Bireylerin, piyasada sahip oldukları bilginin değeri, giderek daha da önemli hale gelmektedir.
Bilgi ekonomisinin özellikleri; Yeni bir ekonomi olan Bilgi ekonomisi dijital bir ekonomi olup akıllı telefonlar ve bilgisayarlar sistemde yaygın olarak kullanılmaktadır. Bilgi ekonomisinde sanallaşma, ekonominin yapısını ve ekonomik süreci değiştirmektedir. Bilgi ekonomisi iletişim ağlarıyla bütünleşen bir ekonomidir. Bilgi ekonomisinde üretici ve tüketici arasındaki aracılar dijital iletişim ağları sebebiyle ortadan kalkmaktadır, bu durumda maliyetleri düşürmektedir. Bilgi ekonomisinde yenilikçilik ön plana çıkmaktadır. İnsanların tüketim alışkanlıkları sürekli değiştiğinden buna bağlı olarak üretimde değişmekte, üretim ve tüketimde bilgi ekonomisi etken olmaktadır. Bilgi ekonomisinde alışveriş ve faturalama bilgisayarlar ve akıllı telefonlar üzerinden hızlı bir şekilde gerçekleştirilebilmektedir. Bilgi artık uluslararası bilgiye dönüşmüş olup Bilgi ekonomisi küresel bir ekonomidir. Bilgi ekonomisinde bilgiye dayalı veya bilgi yoğun mallar ortaya çıkmaktadır. İnternet’ten ticaret, mal ve hizmet alıcı ve satıcılarını karşı karşıya getirmediğinden sürtüşmelerde olmamaktadır. Bilgi ekonomisinde üretim maliyeti azalmaktadır. Bilgi ekonomisi katma değer oluşturmaktadır. Bilgi ekonomisi beden gücünden çok beyin gücüne dayalı bilgi ekonomidir. Bilgi ekonomisi verimliliği artırmaktadır. Bilgi teknolojilerine yapılan yatırımlar tahminlerin üzerinde büyüme ve yüksek istihdam (düşük işsizlik) sağlamaktadır.
Ülkemizin gelişmiş ülkeler seviyesine gelmesi, bilgi ekonomisine geçişte, vatandaşlarına daha rahat yaşam standardı sağlaması için; İnternet altyapısı iyileştirilmeli, internete erişim kolaylaştırılmalı ve ucuzlatılmalı, İnternet kullanımı her kesime yaygınlaştırılmalı, e-dönüşüm projelerini her alana yaygınlaştırmalı (özellikle tüm kamu kurumlarında), araştırma ve geliştirme (Ar-Ge) faaliyetleri teşvik edilmeli, yaşam boyu eğitime önem verilmeli, bilgi toplumunun öncüleri olan bilgi işçilerine daha cazip imkanlar ile istihdamı sağlanmalı, teknoloji kullanımı desteklenmeli, teknolojik mal ve hizmet üretimine ağırlık verilmelidir. E ticaretle ilgili yasal mevzuat tamamlanmalı, tüketicilere güvenli ortam sağlanmalıdır. Eğitimde bilim ve teknoloji üretimine yatkın ve yetenekli insan modeli hedefleyen programlar uygulanmalıdır. Bilimsel yayın imkanları artırılmalı ve hatta teşvik edilmelidir. Kamu ve özel sektörde yeni trende uyarak belirli işlerde artık evinden bilgisayarı ile hizmet veren iş-gücü istihdamına ağırlık verip maliyetler en aza indirmelidir.
Bu yazı habergzt.com'da yayımlanmış olup 12577 defa okunmuştur .


10 Eylül 2017 Pazar

EĞİTİMİN EKONOMİYE ETKİSİ

Eğitim sadece ekonomi alanındaki getirileri ile değil; siyasi, kültürel ve diğer alanlardaki etkileri ile de ülkelerin gelişmişliğine katkı sağlıyor…








Eğitim, bireyi topluma uyumlu bir kişi olarak hayata hazırlayan süreçlerin toplamı olarak ifade ediliyor. Bu süreçler bireylerin yetenek, yöneliş, tutum ve davranışlarına göre şekilleniyor. Yaşam koşullarının her geçen gün değişmesi, üretim sürecinde artan bilgi ihtiyacı, çalışma hayatında aranılan niteliklerin değişmesi, artması ve çeşitlenmesi eğitimi sürekli ihtiyaç haline getiriyor. Günümüz dünyasında sosyal, ekonomik ve kültürel olarak çok önemli değişimler ve dönüşümler yaşanıyor, bu gelişmeler bireylerin hayatları boyunca eğitim almalarını gerekli kılıyor.
Eğitimin ekonomide; birincisi mevcut koşullarında ve gelecekte ihtiyaç duyduğu veya duyacağı nitelik ve nicelikte işgücünü yetiştirmesi ve ikincisi bilgi üretme, bilgiyi yayma, modern üretim teknolojilerini takip etme, geliştirme ile üretim sürecine aktarılması olmak üzere iki temel fonksiyonu bulunuyor.
Eğitim, kalkınma için gerekli nitelik ve nicelikte işgücü yetiştirilmesini sağlayan ve bireylere, yeteneklerine göre yetişme ve meslek edinme imkânı sağlıyor. Eğitimin ekonomik kalkınmaya etkisi artık günümüzde daha net olarak biliniyor. Ülkelerin gelişmişlik düzeyi eğitim seviyeleri ile de paralellik gösteriyor. Eğitim seviyesinin yükseltilmesi; özellikle gelişmekte olan ülkelerde işsizlik ve yoksullukla mücadelede ön plana çıkıyor. Artık gelişmekte olan ülkeler eğitime daha fazla kaynak aktarıyor. Eğitimdeki iyileşmeler, işgücünün verimliliğini ve bilgi üretme kapasitesini artırıyor dolayısıyla ekonomik büyümeyi de olumlu etkiliyor.Eğitim sadece ekonomi alanındaki getirileri ile değil; siyasi, kültürel ve diğer alanlardaki etkileri ile de ülkelerin gelişmişliğine katkı sağlıyor. Eğitim seviyesinin yükselmesi; işgücü verimliliğinin artması, milli gelirin yükselmesi, gelir dağılımının düzelmesi, sağlık ve beslenme durumunun iyileşmesi, nüfus artış hızının azalması, demokrasinin yerleşmesi, siyasi istikrarın sağlanması, kültürel gelişim, suç oranlarında azalma, hoşgörü, sağlıklı toplumun oluşumu gibi gelişmelere yol açıyor. Kısaca eğitim, eğitim verilen alanların yaşam kalitesinin yanı sıra çevresinin ve toplumunda yaşam kalitesini artırıyor.
Artık işverenler teknolojik gelişmelere paralel sistemlerini yenilemek ve geliştirmek zorunda, bu gelişmeye bağlı olarak eğitimli personele de ihtiyaç duyuluyor. Gelişen üretim teknolojilerini takip etme, geliştirme ve bünyeye adaptasyonu süreçlerinde katkısı nedeniyle eğitimli personel aranır konuma geliyor. Eğitim seviyesi yükseldikçe verimin arttığı, rekabet gücünü olumlu etkilediği, dışa açılmaları kolaylaştırdığı görülüyor. Eğitim seviyesi yükselen kişilerin donanımlı olmaları verimliliklerini ve buna bağlı olarak iş bulma şansını ve ücretlerini de artırıyor.
Günümüzde bilgi, ürettiğimiz, yönettiğimiz, yaptığımız, sattığımız ve satın aldığımız ürünlerin asıl bileşeni durumuna gelmiştir.  İyi eğitilmiş, nitelikli, üretim sürecindeki hızlı değişimlere ayak uydurabilen işgücüne ve yüksek bilgi üretme kapasitesine sahip olmaları gelişmiş ülkelere avantaj sağlıyor. Gelişmiş ülkelerde eğitimin ekonomik büyümeye katkısı %25’lere kadar varabiliyor. Yani bir ülke %5 büyüyorsa bunun %1,25’inde eğitimin katkısı olabileceği belirtiliyor. Bu oranın Ülkemiz için oldukça düşük olduğu ve fakülte mezunlarında işsizlik oranının da yüksek olduğu biliniyor. Ülkelerinin hızla gelişme nedenlerinden biri de bu ülkelerde GSMH’ nın %2’sini aşan bir kısmının sürekli olarak eğitim ve araştırma harcamalarına ayrılması olarak görülüyor. Bu sebeple gelişmekte olan Ülkemizde lise ve yükseköğretim basamaklarında mesleki teknik eğitime daha fazla kaynak tahsis edilmeli, bilgi sistemleri ve teknolojilerindeki gelişmelerin paralelinde eğitim programları çağın gereğine göre düzenlenmeli, araştırma, geliştirme faaliyetleri desteklenmeli, eğitimli personelde işsizlik oranı azaltılmalı ki, beşerî kaynaklara yapılan yatırım fazlasıyla geri dönsün. Çağımızda eğitime yapılan yatırım ülkenin geleceği açısından en değerli yatırım sayılıyor.
Eğitim seviyesi artıkça toplumda yeniliklerin ve teknoloji benimsenme hızı da artıyor. Ülkemizin gelişmiş ülkeler arasında hak ettiği yeri alması, diğer üretimlerinin yanı sıra teknoloji üreten ve satan bir ülke konumuna yükselmesi, ülkesini seven herkesin arzusu ve hedefi. Bunun için bazı sektörlerde eğitilmiş insan gücüne fazlasıyla ihtiyaç var iken bazı sektörlerde de fazlalık var, ihtiyaca göre eğitim planlaması yapılması ve bu planında aksatılmadan uygulanması elzem görülüyor. Çünkü işletmeler ve ülkeler açısından, bilginin önemi son yıllarda giderek artan bir konuma geldi. Ekonomik faaliyetler, bilgi teknolojilerinin önem kazanması ve ilerlemesinin artmasıyla küresel bir yapıya büründü. Tüm ekonomik faaliyetler artık bilgi temelli yürütülüyor. Bu kapsamda bilgi ekonomisi, bilgiye yapılan yatırımın dönüşümünün fiziki sermaye yatırımlarından daha yüksek olduğu bir sürece girdiğimizi gösteriyor.
Bu yazı habergzt.com'da yayımlanmış olup 12492 defa okunmuştur .

27 Ağustos 2017 Pazar

KURBAN EKONOMİSİ

Ülkemizde kurban pazarları ve kesimi ile atıklarının değerlendirilmesi konusunda artık çağdaş bir düzenleme yapılması gerekiyor…














Türkiye’de TÜİK verilerine göre 2016 yılı itibariyle hayvan sayısı Sığır 14.080.155 Adet, Koyun 30.983.933 Adet, Keçi 10.345.299 Adet olmak üzere toplam 55.409.387 Adet. Ziraat Odaları Birliğinin açıklamalarına göre 2016 yılında 920 bin büyükbaş, 2 milyon 950 bin küçükbaş hayvanın kurban olarak kesildiği belirtiliyor. Bu Kurban Bayramı’nda da yaklaşık 950 bini büyükbaş, 3 milyonu küçükbaş olmak üzere 3 milyon 950 bin baş hayvan kesileceği tahmin ediliyor.
29 Temmuz 2017 Tarih 30138 Sayılı Resmî Gazete’ de yayımlanan Bakanlar kurulu kararı ile buğday, arpa, mısır, pirinç ve canlı büyükbaş ve küçükbaş, et ithalatında gümrük vergileri 31/12/2018 tarihine kadar sıfırlandı. Yıl sonuna kadar İthalat kontenjanı ise; Canlı büyükbaş hayvanlar 500.000 baş, canlı koyun ve keçiler 475.000 baş olarak açıklandı. 
Bu yıl Kızılay kurban hisse bedelini yurt içinde 735, yurt dışında ise 500 lira olarak belirledi. Türkiye Diyanet Vakfı kurban kesim bedellerini yurt içinde 850 TL, yurt dışında da 600 TL olarak belirlediklerini açıkladılar. Mehmetçik Vakfı’nın vekaleten kurban bedeli ise hisse başına 790 lira.
Büyükbaş canlı kilo fiyatları 20 lira, 450 kg canlı hayvanın fiyatı yaklaşık 9 bin lira civarında geliyor. Küçükbaşta ise canlı küçükbaş hayvanın kilogram fiyatı piyasada 19 lira civarında işlem görürken yaklaşık 40 kg’ lık bir hayvan 760 TL geliyor. Bu fiyatlar büyükbaşta 1.000 TL küçükbaşta da 100 TL artabiliyor. Kurban Bayramı’na az bir süre kala Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı mevcut damızlığa uygun düvelerin kesilmesini engellemek için düve (yavrulamamış dişi sığır) kesiminin yasaklandığını açıkladı. Bu durumda düvelerin elde kalmasından dolayı tüketiciler için fiyatlarının yükselmesine neden olacağı, üreticilerinde sıkıntıya düşeceği ve büyükbaş hayvan fiyatlarına yansıyacağı belirtiliyor.
Pazar’da yöreye göre değişmekle birlikte büyükbaş hayvanın fiyatı 6 bin ile 18 bin lira arasında değişirken, küçükbaş kurbanlıklar da 700 ile 1500 lira arasında değişen fiyatlardan satışa sunuluyor.
Kurbanlıklar büyük bir ekonomiyi oluşturuyor. Türkiye’de bu yıl Kurban Bayramı’nda yaklaşık 950 bin büyükbaş, 3 milyon civarında da küçükbaş hayvan kurbanlık olarak kesilecek. Bu hayvanların beslenmesi için verilen yemin maliyetinin yaklaşık 3 milyar lira olduğu tahmin ediliyor. Kurbanlık hayvanların ekonomik değeri ise yaklaşık olarak (Büyükbaş 8,5+küçükbaş 2,3 milyar TL) 10,8 milyar lira civarında olduğu hesaplanıyor. Kurbanlıkların bir bölümü ithalatla karşılanıyor. Nakliye, kesim, sakatat, deri gibi diğer faktörlerle birlikte kurban ekonomisi 15 Milyar TL’yi buluyor.
Kurban'da, kesilen hayvanlardan elde edilen kemiklerin, kanın, hatta sakatatının ve İşkembenin atılmaması, bunları toplayanlara Belediyelerin ve Kurban sahiplerinin yardımcı olması gerekiyor ki ekonomiye kazandırılsın. Toplanan kemikler, haşlanıp yağı ayrılıyor. Kalan kemikler rendelenip yem haline getiriliyor. Yağları ise rafine edilip deterjan-sabun sektörüne veya atık yağ işleme tesislerine veriliyor. Atık yağ işleme tesislerinde ve enerji üretiminde kullanılıyor. Türk deri sektörü, ihtiyacının yüzde 15’ini Kurban derilerinden karşılıyor. Hatalı kesim dolayısıyla yaklaşık 20 Milyon TL’lik derinin çöpe atıldığı, kurban kesiminin ehil kişilere yaptırılması halinde bu zararın önüne geçileceği belirtiliyor. Büyükbaş bir kurban ortalama (400 TL) 250 ila 600 TL arasında, küçükbaş kurban (75 TL)50 ila 100 TL arasında kesilip parçalanıyor. 
500 kilogram canlı ağırlığı olan bir hayvandan yaklaşık olarak 240 kilogramı kemiksiz et, kalanı karaciğer, akciğer, yürek, dalak, koç yumurtası ve şırdan olmak üzere 253 kilogramı tüketilebilir et elde ediliyor. Bir hayvandan 7 kilogram işkembe, 60 kilogram işkembe pisliği, 10 kilogram böbrek yağı, 8 kilogram gömlek yağı, 8 kilogram çöz yağı, 8 kilogram bağırsak mumbar, 8 kilogram paça, 1 kilogram pöç, 15 kilogram kelle (beyin, boynuz, kemik), 5 kilogram kırkambar, 8 kilogram meme, 60 kilogram kemik, 20 kilogram kan, 20 kilogram deri, 2 kilogram kuyruk, 2 kilogram gırtlak, kıkırdak, saç uzatan, 5 kilogram deri atıkları çıktığı belirtiliyor ve bunların toplam ağırlığı ise 247 kilogram olarak hesaplanıyor.
Canlı hayvanların alım satımları sırasında; Koyun ve keçide %5, Sığır-danada %8 tokluk firesi düşülüyor.
Canlı hayvanların kesilmeleri sonucunda ortalama; Koyun %43-47 (Kuyruklu ve böbrekli), Dana-sığır karkas %45-55 (Kuyruksuz, böbrek ve böbrek yağsız), nispetinde et randımanı veriyor.
Koyunda iç ve kuyruk yağları randıman yüzdelerine dahil. Dana-sığır iç yağları randıman yüzdelerine dahil değil. Kesimi yapılmış koyunda iç yağı miktarı %3-7, kuyruk yağı %10-17 nispetinde oluyor.
Soğutma firesi; Koyunda %4 Sığır-dana %2-3, kesimi yapılmış dana ve sığır etlerinde kemik oranı %18-28 nispetinde oluyor. 
Son olarak; Ülkemizde kurban pazarları ve kesimi ile atıkların değerlendirilmesi konusunda artık çağdaş bir düzenleme yapılması gerekiyor.
Bu yazı habergzt.com'da yayımlanmış olup 12471 defa okunmuştur .


13 Ağustos 2017 Pazar

LOJİSTİK SEKTÖRÜ ve ÜLKEMİZDE GELİŞİMİ

Ülkemiz konum itibariyle avantajlı durumda, bu özelliğini iyi kullanmalı ve bundan maksimum fayda sağlamalıdır










Eski Yunanca 'Lojistikos' kelimesi ‘Hesap- kitap yapma bilimi, hesapta becerikli' gibi anlamlara geliyor. Ülkemizde Lojistik kavramı 1990’lı yıllara kadar askeri alanda kullanılmakta idi. Lojistik askeri anlamda, birliklerde; barış ve seferi zamanlarda kıtaların taşınması, silah, cephane, gıda ihtiyaçlarının ve sağlık hizmetlerinin karşılanması ile ilgili bölümü ifade etmektedir. Askeri lojistiğin üç ana unsuru ikmal, nakil ve bakım konularını ihtiva etmektedir.
Lojistik genel anlamda, hammadde, yarı-mamul, mamul madde ve ilgili bilgilerin üretim noktasının başından tüketim noktasına kadar, müşteri ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla tüm süreçlerinin planlanması, uygulama ve kontrol edilmesi olarak tanımlanıyor. Lojistik, bazen sadece nakliye hizmeti olarak da algılanabilmektedir. Lojistik, ikili pazarlama fonksiyonların dan müşteri siparişlerinin işyerinde veya müşterinin kapısında teslimatı anlamına gelen ama sadece teslimattan ibaret olmayıp, içinde; kuruluş yeri seçim ve yönetimi, koruyucu ambalajlama, ulaştırma, depolama, elleçleme (asli nitelikler değiştirilmeden istifleme), stok yönetimi, sipariş işleme, trafik ve rut (izlenecek yol) yönetimi, , tahminleme (öngörülme), vs. barındıran ve çok ciddi entegre bilimsel hazırlık ve stratejiler gerektiren bir faaliyettir. Kısaca lojistik; bir ürünün ilk üreticiden son tüketiciye kadar olan nakliye, depolama, gümrükleme, ambalajlama, dağıtım gibi tüm süreçlerini ifade eder.
Gelişmiş ülkelerin tamamının entegre olduğu her geçen gün gelişen lojistik sektörü, ülkemiz için çok yenidir. 1990’lı yıllarda gelişmeye başlamış, 2000 yılından sonra yerli ve uluslararası şirketlerde iş birliğine giden hareketli bir sektör haline gelmiştir. Ülkemizde lojistik sektörü, hızlı bir gelişim göstermekte ve bazı firmalar uluslararası standartlarda hizmet sunabilmektedir.
Rekabetin oldukça çetin olduğu bu dönemde tedarik zincirinin gerek ülke gerekse firmalar nezdinde profesyonelce yönetilmesi gerekmektedir. Lojistik hizmetleri; kalite zemini üzerine kurulmalı, doğru ürünü hizmeti ve bilgiyi, doğru maliyetle, doğru yere/pazara, doğru zamanda, doğru koşullarda ve doğru maliyetlerde ulaştırma temelli olmalıdır.
Bilişim çağında artık firmalar internet tabanlı uygulamalar kullanarak elektronik ortamda bilgi transferi yaparak hizmet vermektedir. Önümüzde ki süreçte meydana gelen değişimlere en hızlı şekilde reaksiyon gösteren, süreçlerine teknoloji kullanımını en doğru şekilde entegre eden, sundukları hizmetlerde çeşitliliği sağlayıp, zorlu piyasa şartlarına uyum sağlayabilenler ayakta kalabilecektir.
Ülkemiz, konum olarak adeta dünyanın merkezinde bir aktarma istasyonu olma özelliğine sahip, bu avantajından dolayı lojistik üs olma ideal bir gerçek olarak karşımızda durmakta. Kuzeyde Rusya ve Karadeniz’e kıyısı olan diğer ülkeler, güneyde Orta Doğu, doğuda İran ve Türk Cumhuriyetleri, Akdeniz de kıyısı olan Afrika ülkeleri ile batıda Avrupa arasında bir aktarma merkezi olma özelliği ile kendine bir avantaj oluşturmaktadır.
Türkiye'nin lojistik sektöründeki en güçlü yanı stratejik konumu olup, Türkiye'den 4 saat uçuş mesafesinde 56 ülke bulunmakta ve bu 56 ülkede 1,5 milyar insan yaşamaktadır. Toplam dünya ithalatının yaklaşık yarısı da bu bölgede yapılmaktadır. Şüphesiz özel sektör altyapı, teknoloji, ulaşım, depolama ve benzeri konular kapsamında seviye itibariyle bölgesinde ve uluslararası alanda önemli bir konuma ulaştı, ancak Ülkemizin uluslararası bir aktarma merkezi ve köprü oluşturmasından kaynaklanan avantajlı konumu, uluslararası lojistikte rekabet için maalesef yeterli değil. Bulunduğu coğrafyada tercih edilebilir bir ülke konumunda olmak için her şeyden önce yabancı yatırımcıya güven ortamı sunulmalıdır. Türkiye bölgesinde lojistik üs olmak istiyorsa, rekabet gücünü arttırmak üzere mevcut uygulamaların iyileştirilmesi gerekiyor. Demir yolu  ve deniz yolu altyapısı-limanları geliştirilmeli, doğudan batıya, kuzeyden güneye otoyollar tesis edilmeli, hava limanları gözden geçirilmeli, dünya çapında bir fuar ve kongre merkezi düşünülmeli, petrol ve doğalgazın naklinde yeni alternatifler üzerinde çalışılmalı, doğalgaz depolama tesislerinin kapasitesi artırılmalı, elektrik enerji nakli konusunda bölge ülkeleriyle entegrasyon geliştirilmeli, daha da önemlisi dünya ticaretinin önemli merkezi, uğrak yeri olacak bir proje geliştirilmeli (Dubai-Hong Kong gibi) burası cazibe merkezi haline getirilmelidir. TCDD'nin 2007 yılında Samsun-Gelemen lojistik köyü uygulamasının çok ötesinde büyük düşünmek gerekiyor galiba! Ülkemiz konum itibariyle avantajlı durumda, bu özelliğini iyi kullanmalı ve bundan maksimum fayda sağlamalıdır.
Her şeyi yalnızca devletten beklememeli ya da devlet yapmamalı, özel sektör dinamizmi harekete geçirilmeli, lojistik yatırım projelerine özel sektör kanalize edilmelidir. Dünyada, özellikle gelişmiş ülkelerde neler olup bitiyor yakından takip etmeli, teknolojik gelişmeler ve yeni sistemler mevcut sistemlerimize geç kalmadan entegre edilmelidir.
Bu yazı habergzt.com'da yayımlanmış olup 12258 defa okunmuştur .


30 Temmuz 2017 Pazar

GÜMRÜK BİRLİĞİ ÜLKEMİZE NE GETİRDİ NE GÖTÜRDÜ?

Gümrük Birliği Anlaşması gözden geçirilirken ‘kazan kazan taktiği’ ile günün şartlarına göre tarafların menfaatlerine uygun hale getirilmelidir...










Gümrük Birliği, taraf ülkeler arasında meydana gelen bir ekonomik entegrasyon modelidir. Gümrük Birliği, ülkeler arasında herhangi bir gümrük vergisi veya tarifesi olmadan ticaret yapılması, üçüncü ülkelerden yapılan ithalatlara ortak bir dış tarifesi ve ortak ticaret politikalarının uygulanması anlamına gelmektedir.
Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) arasında 1963 yılında imzalanan Ankara Anlaşmasına (Ortaklık Anlaşması) göre 22 yıllık Gümrük Birliği uygulama döneminde kademeli olarak; 1964-1970 hazırlık, 1973-1995 geçiş, 1996 tam ekonomik entegrasyonaşamaları öngörülmüştür.
İki taraf için karşılıklı olarak gümrük vergilerini kaldırılması konusunda 1973 yılında bir Ek Protokol yürürlüğe girmiştir. Bu katma protokolle ayrıntılar yani geçiş döneminin koşulları belirlenmiştir. Buna göre; taraflar arasında sırası ile sanayi ürünleri, tarım ürünleri ve son olarak kişilerin serbest dolaşımının sağlanması ile Gümrük Birliği’nin tamamlanması öngörülmüştür. Türk sanayi mallarının Avrupa Birliği (AB) pazarına girişinde geçiş dönemi başından geçerli gümrük vergileri kaldırılmış, Türkiye’nin AB sanayi malları üzerindeki gümrük vergileri uygulamasının ise kademeli olarak kaldırılması öngörülmüş ve 1 Ocak 1996tarihinden geçerli AB sanayi mallarına gümrük vergileri kaldırılmıştır. Böylece AB ile üye olmayan bir ülke gümrük birliği uygulamasını başlatmıştır. Anlaşma çerçevesinde sanayi ürünleri, her iki taraf arasında herhangi bir gümrük kısıtlaması olmaksızın satılabilmektedir.
Gümrük Birliği üye olan ülkeler açısından ekonomik sonuçlara neden olmaktadır. Gümrük Birliğinin Türkiye ekonomisi üzerinde olumlu ve olumsuz etkileri olmuştur. Gümrük Birliği’nin gümrük gelirleri üzerindeki etkisi olumlu yöndedir. Sanayi malları üretim kalitesi ve tüketici memnuniyetinin artmasında zihniyet değişikliği olmuştur. Kalitenin artmasıyla Türkiye’nin AB dışındaki ülkelere ihracatı da artmıştır. Gümrük Birliği sonrasında ithalat ve ihracat daha hızlı artmıştır. AB’ye tam üye olmadığımız için bu durumun üzerimizdeki olumsuz etkisi büyüktür. Türkiye, AB’nin üye olmayan bir ülke ile imzaladığı tüm anlaşmaları da kabul etmiş olduğundan, AB’nin serbest ticaret anlaşması (STA) imzaladığı ülkeler Türkiye’ye vergisiz mal satmakta ancak Türk mallarından vergi almaya devam etmektedirler. Türkiye, AB’nin haberi olmadan herhangi bir AB üyesi olmayan bir ülkeyle anlaşma yapamamayı taahhüt etmiştir. Aksi halde AB bu anlaşmayı iptal etme hakkına sahiptir. Türkiye Gümrük Birliği için AB yeni yasalarına paralel yasalar yapmayı kabul etmiştir. Ayrıca Türkiye, Gümrük Birliği’ne girerek, tüm yasaları ve Avrupa Adalet Divanı’nın kararlarını kabul etmiştir. Bu geçiş sürecinde kalite farkı nedeniyle rekabet güçlüğü yaşanmıştır. Türkiye’nin dış ticaretinin büyük çoğunluğu AB iledir. Ancak ihracatımız ile ithalatımız arasında AB lehine sürekli açık söz konusudur.
GB Anlaşması’nın güncellenmesi, AB ile ABD arasında müzakereleri süren Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP) Anlaşması dolayısıyla gündeme geldi. Brookings Enstitüsünün yayınladığı bir rapora göre, Türkiye’nin TTIP’a dahil olmaması halinde 95 bin kişinin işini kaybetme ihtimalinin ortaya çıkacağı ve Türkiye ekonomisinin 20 milyar dolar zarara uğrayacağı tahmin ediliyor. Ancak, Donald Trump’ın ABD’nin taraf olduğu ticaret anlaşmaları konusunda daha korumacı bir yaklaşım sergilemesi, henüz müzakereleri sonlanmayan TTIP’ın akıbetini de belirsizliğe sürüklemiştir.
Gümrük Birliği’nin güncellenmesine ilişkin Avrupa Komisyonu ile yürütülen teknik müzakereler 27 Nisan 2015 tarihinde tamamlanmış olup, neticede; AB Komisyonu Türkiye ile Gümrük Birliği anlaşmasının güncelleştirilmesi konusunda resmi görüşmelere başlamak için AB Konseyi’nden yetki talep etti ve 13 Haziran 2017 tarihinde Brüksel’de görüşmeler başladı. Bu kapsamda; Türkiye’nin AB’nin üçüncü ülkelerle imzaladığı STA’ lardan eş zamanlı yararlanmasını sağlayacak yasal bağlayıcılığı olan bir hüküm oluşturulması, Tarım tavizlerinin karşılıklı olarak geliştirilmesi ile hizmetler ve kamu alımları alanlarında karşılıklı açılım, İşleyen bir anlaşmazlıkların halli mekanizmasının tesis edilmesi, Karayolu kotalarının kaldırılması, Türkiye’nin Gümrük Birliği’nin işleyişine ilişkin komitelere katılımının sağlanması, Tarafların birbirlerine karşı uyguladıkları ticaret politikası önlemlerinin gözden geçirilmesi, konuları ele alınmakta ve çözüme kavuşturulması beklenmektedir.


Türkiye, Gümrük Birliği’ne 1996 yılında girdiği zaman üzerine düşeni yaptı ancak Gümrük Birliği’nden hiçbir zaman umduğunu faydayı sağlayamadı. Türkiye'ye, Gümrük Birliği her ne kadar ekonomik entegrasyon anlamında artılar getirse de AB'nin üzerine düşen görevleri yerine getirmemesi sonucu verim alınamadı. Diğer taraftan 2016 yılında Toplam 142,5 Milyar dolarlık ihracatın 68,3 Milyar dolarlık bölümü (%47,9), 198,6 milyar dolarlık ithalatın ise 77,5 milyar dolarlık bölümü (%38,9) AB’ye olduğu göz önüne alınırsa Türkiye’nin ihracat ve ithalatında AB’nin önemli bir yerinin olduğu da gerçek. Gümrük Birliği Anlaşması gözden geçirilirken ‘kazan kazan taktiği’ ile günün şartlarına göre tarafların menfaatlerine uygun hale getirilmelidir.
Şunu da hatırlatmakta fayda var sanıyorum; Gümrük Birliğine geçişte, Japonya’da iktidardaki Liberal Demokrat Parti Genel Sekreteri Kanezo Muraoka, Japon Hükümetinin, Türk-Japon ilişkilerine büyük önem verdiğini belirterek, Türkiye’nin Gümrük Birliği macerasıyla ilgili olarak şunları söylüyordu: “Bayan Başbakanınıza (Tansu Çillere) coğrafya dersi vermek isterdim. Çünkü ona göre Ankara’nın doğusunda hiçbir ülke yok. Hep batı hep batı. Türkiye batı' ya yaklaşmak için hep batı’ dan gitmek istiyor. Oysa batı' ya doğu’ dan da gidilebilir. Örneğin Japonya, Çin gibi ülkelerle iş birliği yapıp, kendi ekonomik durumunu düzelttikten sonra ‘Avrupalı’ olmak için çaba göstermek daha iyi değil mi?” sözünün şimdilerde ciddi ciddi düşülmesi gerekiyor.
Bu yazı habergzt.com'da yayımlanmış olup 12020 defa okunmuştur .


ELEKTRİKLİ OTOMOBİLLERİN PETROLE ETKİSİ

Her şeye rağmen yakın gelecekte petrol yakıtlı araçların pazar payının önemli bir kısmına elektrikli araç sektörü sahip olacak… İlk el...